Bir kırlangıç bahar getirmez…

Çocukken bu eski, Polonya atasözünü  çok beğenmiştim – kış mevsiminden sonra  ilk baharı beklediğim zaman iki kırlangıç  aramıştım.

İstanbul’a artık bahar geldi sanıyorum o yüzden bu anı aklıma geldi.

Tabi ki bu atasöz ilk bahar hakkında değil. Ama küçükken genellikle atasözleri harfi harfine anlardım.

Şimdi ALES sınavı için hazırlanırken fark ettim Türkçe Lehçe’den daha fazla deyimler ve atasözleri kullanıyor.

O yüzden ilk defa hem deyim hem de atasözlerini okuduğum zaman yine onları  harfi harfine anlıyorum. Bu çok hoşuma gidiyor.

Benim sevdiklerimden biri işte bu atasözü:

Adam adamdır olmasa da pulu, eşek eşektir atlastan olsa çulu.

Ya  sizin en sevdiğiniz atasözü ?

Hiç bir şey iki kere olmaz

Hiç bir şey iki kere olmaz
Asla olmaz
Bu yüzden dünyaya deneyimsiz geldik
ve rutinsiz vefat edeceğiz
Hayat okulunda en tembel öğrenciler olsak bile
tekrar yaşamımız hakkında sınav olmayacağız

Ey kara saat! Niçin endişe veriyorsun?
Varsın – o zaman geçmelisin
Geçeceksin bu yüzden güzelsin

Gülümsedik kucaklaştık
Ahenk bulma provası yapacağız
birbirimizden çok farklı olsak bile
iki saf su damlası gibiyiz

Wislawa Szymborska
Nobel ödüllü Polonyalı yazar.
Bu yıl vefat etti. Sizinle onun bir şiirini (kendim çevirerek) paylaşmayı istedim.

Sizin fikirinizi değiştiren bir hikaye var mı?

İki çocuk tarlaya yönelen yolda yürüyorlarmış. Bunlardan biri – daha küçük olan – tarlada fakir adamı görmüş.

Köylünün kıyafeti eski ve yırtıkmış. Yolun yanında onun ayakkabıları duruyormuş. Küçük çocuk ayakkabıyı gördüğü zaman aklına hemen  yaramaz bir fikir gelmiş… Hadi köylünün ayakkabılarını bir yere saklayalım – demiş.. Bu çalılarda bekleyip onun tepkisine bakacağız.. Onun tepkisi çok matrak olacak.. Kahkaha atmış..

Büyük çocuk biraz düşünmüş sonra cevap vermiş: Bu adam fakir… Onun kıyafetine baksana.. Hadi başka bir şey yapalım..

Onun her iki ayakkabısına da birer gümüş sikke koyacağız.. demiş.

Küçük çocuk planı kabul etmiş ve hemen planı gerçekleştirmişler. Her iki ayakkabıya bir lira koyup çalılarda beklemişler.

Bir kaç dakika sonra yorgun  adam işi bitirip kıyafetini değiştirmiş. Birinci ayakkabıyı giymiş..Hemen fark etmiş – içinde bir şey var .. Ayakkabıyı çıkarıp bakmış,  çok şaşırmış.. Bir gümüş sikke.  Dikkatlice etrafına bakmış ama hiç kimseyi görememiş…

İkinci ayakkabıyı giyerken hemen ikinci sikkeyi ayağında  hissetmiş.

iki sikkeyi  avucunda tutarken yine etrafına bakmış… Kim bunu ayakkabılarına bırakmış?  Ama orada hiç kimse yokmuş.

Yanlız olduğunu düşünüyordu dizlerinin üzerine düştü. Ve dua etmeyi başladı. İki çocuk kolayca duanın sözleri duymuş.

Bu adam dua ederken ağlamış – onun hasta karısı ve çocuklar hakkında anlatmış. bir bilinmeyen tarafından verilen hediye için teşekkür etmiş.

Biraz sonra çocuklar saklama yerinden ayrılmışlar. Çocuklar sessizce eve dönerken çok iyi hissetmişler. Bu duygu onların ruhunu sıcak tutmuş.

Bazen gülümseyen yüzümüz, nazik sözlerimiz yada ufak bir jestimiz yetiyor bir kişinin kötü gününü değiştirmek için.

Bu sabah Taksime arkadaşlarım ile görüşmek için gittim.

Kırmızı ışıkta – meydanın karşısında – bekledim. Yoldan iki turist otobüsü  geçti.  Otobüsün içinde  oturan gençler gözleri tamamen açık olarak İstanbul’u izliyorlardı.

Onların görüşünü  ve  şaşkınlığını çok iyi anlıyorum. Duyguları, zevk ve hayret aynı anda.

Ben de bunu hissetmiştim.

İlk defa altı sene önce İstanbul’a geldim. Daha önce Avrupa’nın pek çok ülkesini gezmiştim – ve inanmak istemedim – nasıl bu kadar güzel ve sihirli bir şehir benden saklandı.

Hatırlıyorum ki her gün İstanbul’u daha çok tanımak istemiştim. Herhalde en meşhur yerleri görmüştüm. Sadece Ayasofya’yı ziyaret etmeyi istemedim.

‘Gelecek zamanda edeceğim’ – karar vermiştim. Ama gelecek zamanda İstanbul’dayken başka bahane bulmaya çalışmıştım. Yine söyledim ki – gelecek zamanda neyi gezeceğim ki – diye cevap vermiştim. Ama gerçekten hissetmiştim, eğer Ayasofya’yı ziyaret edersem bir daha İstanbul’a gelemeyeceğim. Bu tuhaf duyguyu ciddiye aldım  Bunu bir kaç kere yaptım. Nihayet bir yıl arkadaşlarım beni Ayasofya’ya götürdüler.

Ne olursa olsun bu sefer gideceğim diye düşünmüştüm.

Geçen yıl İstanbul’a temelli olarak geldim.

This slideshow requires JavaScript.

Polonya’dan uzakta , arkadaşlarımı ve ailemi özleyip beraber geçirdiğimiz zamanları düşünüyorum.

Samimi ve güzel anları beraber yaşadık biz. Kısa, uzun konuşmalar…Çay – kahve içerken, yüzler mütebessim olurken… Büyük hayaller kurarken…Küçük problemler yaşarken – bazen tuzlu bir gözyaşı bazen mutluluk gözyaşlarını paylaşırken ..

Unutulmaz bir gülümseme.

Bu öyle bir bağ ki zamana ve uzaklığa rağmen kalacak.
Hayatımız boyunca paylaşılan anlar mucize anlardır..
Diyorlar ki bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı vardır…
Kalbinizin yakın olduğu arkadaşlarınız ile sohbeti yada onların bir iyiliğini, jestini hayatımız boyunca asla unutmayacağız..

Gelecekte bu tür arkadaşları ve anları sizin için diliyorum.

This slideshow requires JavaScript.

Birinci post için uzun zaman bekledim. Her gün düşündüm, bu blogta ne hakkında yazabileceğim ? – Benim hayatım o kadar ilginç değil.

Ben kim miyim? Yabancıyım – ama artık yabancı gibi hissetmiyorum.

Hem Polonya hem Türkiye evim oldu.

İstanbul beni cezbetti. İstanbul’u benim mavi hayalim oldu.

Siz değerli internet kullanıcıları ile benim fikirlerimi, resimlerimi ve el işimi paylaşmayı isterim.  Bir kaç tane bu çok hoş ve kolay el işlerini internette gördüm. Bunları kendi başıma yapmak için buz gibi soğuk kış geceleri bana ilham verdi. En favori çayımı bu fincandan içip kış soğuğu hakkında artık düşünmüyorum.

 

This slideshow requires JavaScript.