Bu sabah Taksime arkadaşlarım ile görüşmek için gittim.
Kırmızı ışıkta – meydanın karşısında – bekledim. Yoldan iki turist otobüsü geçti. Otobüsün içinde oturan gençler gözleri tamamen açık olarak İstanbul’u izliyorlardı.
Onların görüşünü ve şaşkınlığını çok iyi anlıyorum. Duyguları, zevk ve hayret aynı anda.
Ben de bunu hissetmiştim.
İlk defa altı sene önce İstanbul’a geldim. Daha önce Avrupa’nın pek çok ülkesini gezmiştim – ve inanmak istemedim – nasıl bu kadar güzel ve sihirli bir şehir benden saklandı.
Hatırlıyorum ki her gün İstanbul’u daha çok tanımak istemiştim. Herhalde en meşhur yerleri görmüştüm. Sadece Ayasofya’yı ziyaret etmeyi istemedim.
‘Gelecek zamanda edeceğim’ – karar vermiştim. Ama gelecek zamanda İstanbul’dayken başka bahane bulmaya çalışmıştım. Yine söyledim ki – gelecek zamanda neyi gezeceğim ki – diye cevap vermiştim. Ama gerçekten hissetmiştim, eğer Ayasofya’yı ziyaret edersem bir daha İstanbul’a gelemeyeceğim. Bu tuhaf duyguyu ciddiye aldım Bunu bir kaç kere yaptım. Nihayet bir yıl arkadaşlarım beni Ayasofya’ya götürdüler.
Ne olursa olsun bu sefer gideceğim diye düşünmüştüm.
Geçen yıl İstanbul’a temelli olarak geldim.